Hatıraları yüzündeki kırışıklığa saklanmış, yosun rengi gözleriyle bana bir şeyler anlatmak istiyor. Koca yürekli demek geliyor içimden...
Etrafına dizildikleri vefakârın üstündeki kestaneleri çevirip bir yandan da anlatmaya koyuluyor:
''Ah torunum bu tarihin tozuna karışan sobalar var ya bir tek bedeni değil yüreğimizi de ısıtırdı. Üzerinde sohbetimizle dem tutan çay bizim muhabbetimize ortak, kavrulan kestane ve leblebi, közlenen kartollar [patates] yavrularımızın sevinci idi. Hele o demlik bir kaynamaya başlayınca sobaya düşen damlaların çıkardığı ses yavrularımızın meşgalesi olurdu.
O dönemlerde evin her odasında soba yakma imkanı olmadığı için yatak odaları buz gibi olurdu. Yatmadan önce ev ahalisinin yekûnu kadar mermer, sobanın üstüne dizilip ateş gibi olur; hemen sobanın üstünden alınıp özel dikilen keselere konurdu. Mermerini alan koşarak yatağına yatardı. O sıcak ile anında dalardık uykuya. Gündüz sobadan artakalan külleri herkes gibi kapımızın önündeki kara ve buza serperdik. Küller, hem yolumuzun hem gönlümüzün buzunu çözerdi.’’
Farkettim ki hatıralar dimağdan gözbebeklerine iniyor kimi zaman. Amcanın hatırasına hürmetle soluğu bugünün soba ustalarının yanında aldım. Ramazan Usta da hatıralar kervanına mecburen katılmış:
"15 yıl sac soba üretimi yaptık. Lakin, yeni ürünler nedeniyle sac sobaya ilgi azaldı. Önceden köylerde yaşayan vatandaşlarımıza satış yapıyorduk. Ancak, artık köylüler de kömür sobası kullandıkları için sac soba almıyor. Biz de üretim yapmayı durdurduk. Sacın pahalılığı maliyeti kurtarmıyor. Bizim mesleğimiz artık tükenmiş sayılır. Çünkü geçimimizi bile sağlayamıyoruz. Ata yadigarı bir dükkan olduğu için çalışmalarımızı aralıklarla sürdürüyoruz.”
Bugün, kalorifer peteklerinin ciddiyetiyle, dün ise vefakar sobaların tevazusu ile müsemma. Karakışların emektarlarına hürmet, adettendir daima.
Ailenin vefakarıydın sen...
Şimdi bodrumdaki ardiyedesin.
Kimse umursamasa da seni,
Yosun gözlü dedenin zihnindesin...