Daha önce gezdiğim, ancak eşimin görmediği Ankara Ulacanlar Cezaevi'ni, birlikte bu tatil gününde ve yağmurlu bir havada gezmek istedik. Bir devrin acı hâtıra ve elemlerine tanıklık eden cezaevini gezerken, hüzün duymamak ve üzülmemek mümkün değil. Farklı siyâsi anlayış ve düşüncelere sahip Osman Bölükbaşı ve Ecevit gibi, çok sayıda değerli devlet adamı, siyasetçi ve aydınının, sırf düşüncelerinden dolayı çile çektikleri; "haklı-haksız" halâ tartışılan bazı siyâsi mahkûmiyet ve idamların yaşandığı bir mekân olmuştur: Ankara Uucanlar Cezaevi..
Bir vakitler, kendi İdeolojik görüşlerini ve haklılığını yücelten ve idealize etmeye çalışan, fakat nâhak yere birbirleriyle çatıştırılan ve halk ozanın ın; "Boşa döğüşmeyin bizim yiğitler / Sizi vurduranlar vurulmuyor ki / Kim bilir nerede hangi koltukta / Kömürde tarlada yorulmuyor ki / Aynı baba dölü ölenle oldüren / Ölenle oldüren iti güldüren / Yok muydu bunu size bildiren / Vur diyenler burda görülmüyor ki / Yeni adı çıkmış sağ ile solun / Tarihte borcu yok kullara kulun / İki yanı birdir yattığın çulun / Bilirsin ölenler dirilmiyor ki" dediği ve hayıflandığı karşıt görüşlü gençlerin, "ter ü tâze"ömürlerinin heder edildiği, diğer bir kısmının ise, hayatlarının bahârında can verdikleri uğursuz bir süreç yaşandı 12 Eylül ve öncesinde bu ülkede...İşte; ölümün ve işkencenin kol gezdiği ve sabaha karşı genç fidan bedenler için, darağaçlarının kurulduğu simgesel bir mekân olmuştur; eşimle gezdiğimiz- gördüğümüz Ulucanlar Cezaevi..
Necip Fazıl'ın "Zindandan Mehmet"e şiirinde "Bir âlem ki gökler boru içinde /Akıl olmazların zoru içinde / Üstüste sorular soru içinde / Düşün mü, konuş mu / sus mu / unut mu? / Buradan insan mı çıkar, tabut mu?" ifadelerinde yer alan ve şiirsel bir derinlik ve kendisine has nefis bir üslûpla tasvir ettiği ve yine Sebahattin Ali'nin, "Dertlerin kalkınca şaha / Bir sitem yolla Allâh'a / Görecek güler var daha / Aldırma gönül aldırma" ve Ahmet Arif'in "Haberin var mı? / Görüşmecim yeşil soğan göndermiş / Karanfil kokuyor cıgaram/ Dağlarına bahâr gelmiş memleketimin" gibi, iyimser duygularla nakışlanan ve örülen dizelerde yer alan hapishâne hayatını ve hissedilen derin acıyı ve özlemi bu cezaevini gezerken, hapishâneyi bilenler için yeniden yaşamak mümkün...
Ben de hapihâne havasını teneffüs etmiş; bizzat görmüş ve o duyguyu yaşamıştım. Kısa bir süre de olsa, o mekânda bir misafirliğim olmuştu. Sebahattin Ali, Ahmet Arif, Necip Fazıl ve Nâzım Hıkmet'in, duygu yüklü hapishane şiirlerini, sessizce okuduğum anlarım olmuş ve bir nebze de olsa, şiirlerle teselli bulmuştum.
Müze haline getirilen bu ibretlik cezaevini gezerken, dehşete kapılmamamak mümkün değil. İnsanı utandıran hâzin bir manzara... Yakın geçmişimizde, insanlık dışı işkencelerin sergilendiği ve çekilen çilelerin adetâ resmedildiğini burada görmüş olmak, daha önce de bu cezaevini gezip-görmüş olmama rağmen, yine de her ikimizde tarifi çok zor bir duygu yoğunluğu oluşturdu. Hatta eşim, "Bu yeri bir daha, asla görmek ve gezmek istemem" diyerek hayli etkilendiği manzaraya, lânet okumamak çok ama çok zor...Daha özgür bir Türkiye özleminin hasretini duyan gençlerin, mutlaka görmeleri gereken bir yer...
Necip Fazıl ve Nâzım'ın da kaldıkları Ulucanlar Hapishâne'sini gezerken; Nazım'ın "Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler" şiirini de hatırladım ve bir duygu seliyle, paylaşmak istedim.
Dünyadan, memleketinden, insandan
Umudun kesik değil diye
İpe çekilmeyip de
Atılırsan içeriye
Yatarsın on yıl, on beş yıl
Daha da yatacağından başka
"Salansaydım ipin ucunda
Bir bayrak gibi keşke"
Demiyeceksin
Yaşamakta ayak direyeceksin
Belki bahtiyarlık değildir artık
Boynunu borcudur fakat,
Düşmana inat
Bir gün fazla yaşamak.
İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin
Kuyunun dibindek taş gibi
Fakat öbür tarafın
Dünyanın kalabalığına
Öylesine karışmalı ki
Sen ürpermelisin içerde
Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa
İçerde mektup beklemek
Yanık türküler söylemek bir de
Bir de gözünü tavana dikip sabahlamak
Tatlıdır ama tehlikelidir.
Traştan traşa yüzüne bak
Unut yaşını
Koru kendini bitten
Bir de bahar akşamlarından
Bir de ekmeği
Son lokmasına dek yemeği
Bir de ağız dolusu gülmeyi unutma hiçbir zaman
Bir de kim bilir
Sevdiğin kadın seni sevmez olur
Ufak bir iş deme
Yemyeşil bir dal kırılmış gibi gelir
İçerdeki adama.
İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena
Dağları, deryaları düşünmek iyi
Durup dinlemeden yazmayı
Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana
Bir de ayna dökmeği
Yani içerde, on yıl, on beş yıl
Daha da fazlası hatta
Geçirilmez değil
Geçirilir
Kararmasın yeter ki
Sol memenin altındaki cevahir.