M. Şemsettin Günaltay, Mehmet Akif Ersoy ve Mustafa Kemal Atatürk’ün isyan çığlıklarına kulak verme zamanı geldi de geçmektedir.
1924 yılında İlahiyat Fakültesi’nin kuruluşunda fakültenin başına getirilen, 18. Dönem T.C. Hükûmetinde 16.01.1949 - 22.05.1950 yılları arasında Başbakanlık yapan M. Şemsettin (Günaltay) 1332/1914 yılında yayınladığı Hurafattan Hakikate/Hurafelerden Hakikate adlı eserinin öz sözünde bir isyanın çığlığını şu cümlelerle aktarır: “Bir vakitler cihanın en hâkim ve en terakki milleti halinde yaşamış olan Müslümanlar, bugün zelil ve çamurlarda sürünüyor, hakir ve esir tokatlar altında…! Bir zamanlar dünyaya şanlar yağdıran rayet (bayrak olan) İslam, bugün sürüngen olmuş, asırlarca cihanları titreten Müslümanlar, bugün taht-ı esaret ve zillete sükût etmişler…! Evvelki Müslümanlar hakikatin perest şikârı (gerçeğe tapınırcasına onu araştıran) idiler, şimdiki İslamlar ise hurafatın/Batıl itikatların esiridir. Evvelki Müslümanların dini onlar sa’i (çalışma) ve irfan nurları işar (bildiriyordu, anlatıyordu) ediyordu. Şimdiki Müslümanların itikatları ise kendilerini zulmet ve hüsran uçurumlarına doğru sürüklemektedir.”
Milli Şair, Burdur Mebusu Mehmet Akif (Ersoy) de temiz ve muazzez indirilmiş İslam’ın uydurulmuş bir din haline nasıl getirildiğinin çığlığını SAFAHAT adlı eserinde şu cümlelerle dile getirir.
“Bakın ne hale getirmiş ki cehlimiz dini:
Hurafeler bürümüş en temiz menabi’ni.” /(kaynak, menbaa)
“KADERMİŞ” Öyle mi? Haşa, Bu Söz Değil Doğru;
Belanı İstedin, Allah da Verdi... Doğrusu Bu.
“Çalış” Dedikçe Şeriat, Çalışmadın, Durdun,
Onun Hesabına Birçok HURAFE UYDURDUN!
Sonunda Bir de “TEVEKKÜL” Sokuşturup Araya,
Zavallı DİNİ ÇEVİRDİN Onunla MASKARAYA!
Bırak Çalışmayı, Emret Oturduğun Yerden,
Yorulma, Öyle ya, Mevla Ecir-İ Hâsır İken!
Hurafeler, üfürükler düğüm düğüm bağlar
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar
Bir baksana gökler uyanık yer uyanıktır
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır...
O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak;
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak!
İbni Sînâ’ları yüzlerce doğurmuş iklîm,
Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm!
O rasad-hâne-i dünyâ, o Semerkand bile;
Öyle dalmış ki hurâfâta o mâzîsiyle:
Ay tutulmuş, «Kovalım şeytanı kalkın!» diyerek,
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek!
Bu havâlîde cehâlet ne kadar çoksa, nifâk,
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için!
M. Şemsettin Günaltay’ın ve Milli Şairin bu isyan çığlıkları ve yaptıkları tespitler çok yerinde. Ancak bu anlayış böyle sürdürülemezdi. Bu isyan çığlığını duyan, yaşanan batıl inançlardan vicdanen rahatsız olan ve imanının sesini dinleyecek, ellerini taşın altına koyacak ve taşlanacağını bile bile en zor işe girişecek sorumluluk sahibi devlet başkanı aranıyordu. Sağına soluna bakmadan bu isyan çığlığına ses veren Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk oldu.
O, mazisi temiz ve şanlı milletin fertleri arasına yerleşmiş batıl itikatlardan onun kurtarılmasını, Allah katında gerçek din olan yüce, temiz ve pak İslam Dininin tekrar milletin inancında yer etmesini ve yaşanmasını korkusuzca ve gür sesle dile getiriyordu:
“Efendiler! Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asri (çağdaş) ve bütün mana ve aşkaliyle (biçimleriyle) medeni bir heyet-i ictimaiyye (toplum) haline isal etmektedir (ulaştırmaktadır). Bu hakikati kabul etmeyen zihniyetleri tarumar etmek (dağıtmak) zaruridir. Şimdiye kadar milletin dimağını paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Herhalde zihniyetlerde mevcut hurafeler kâmilen (tamamıyla) tardolunacaktır (uzaklaştırılacaktır). Onlar çıkarılmadıkça dimağa hakikat nurlarını infaz etmek (sokmak) imkânsızdır. Ölülerden istimdat etmek (yardım istemek) medeni bir heyet-i ictimaiyye için şeyndir (ayıptır).
Bugün ilmin, fennin, bütün şümulüyle (kapsamıyla)medeniyetin mevacehe-i şulepaşında (aydınlığı karşısında) filan veya filan şeyhin irşadıyla (yol göstermesiyle) saadet-i maddiye ve maneviye (maddi-manevi mutluluk) arayacak kadar iptidai (ilkel) insanların, Türkiye camia-i medeniyesinde (medeniyet topluluğunda) mevcudiyetini (varlığını) asla kabul etmiyorum.
“Efendiler ve Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyet şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar (birine bağlanmış) memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, tarikat-i medeniyedir (uygarlık yoludur). Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir (yeterlidir)”
“Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum.”
Yoksa bunca çığlık ve çaba boşuna mıydı?
Yazık edeceğiz gelecek kuşaklarımıza.
Medeni, mutlu, sağlıklı, hür, inançlı, onurlu, bağımsız, şerefli ve insanca yaşamak varken yoksa tekrar batıl bir hayatı yeniden yaşamak için başa mı dönüyoruz!
Yüce Allah bizi batıla değil, hakka çağırmaktadır: “Bu da şundandır ki, Allah hakkın ta kendisidir. (İnsanların) O'ndan başka taptıkları ise mutlaka batıldır. Şüphesiz ki Allah, çok yücedir, çok büyüktür.” Lokman/30