Diyânet İşleri Başkanlığı, bugünkü Cuma hutbesinde Mustafa Kemal Atatürk'ü 30 Ağustos 'ta yine anmaktan kaçındı. Cuma hutbesinde zâferlerden, vatan bütünlüğünden söz edilirken 30 Ağustos'un kahramanı ve silah arkdaşlarının adı bile anılmadı. Özğürlüğümüzün yolunu açan, devletimizin ve Diyânet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün inatla ve israrla anılmaması geleneğini bilerek sürdürmeye devam etti. Diyânet'in bu tutumu "Kasden mi Atatürk'ü görmezden geliyorlar" sorusunu haklı olarak gündeme getirmekte ve akıllarda şüphe uyandıran soruların oluşturmasına yol açmakta... Zirâ Diyànet, epey yıl oldu ve bu tavır ve Atatürk'e bakışını adetâ mutâd hale getirdi.
Büyük Taaruz ve 30 Ağustos Zâferi'nın 97.yıl dönümü.. Kutlu Millì Mücâdele'ye son noktanın konulduğu ve tarihimizde ender bir gün...Kahpe müstevliye "Bu vatan bizimdir beyler; hele şöyle bir durun bakalım; endâmınızı şöyle bir daha görelim efendiler" denildiği şanlı bir gün... Büyük Atatürk'ün stratejik askerì dehâsının sergilendiği bir gün... Lâfı fazla uzatmadan rahmetli Âkif'i dinleyelim. "Allâh'ım ne muazzam yazılmış zâferdi o; ortalık herc ü meriç oldu; beş altı saat içinde bir başka dünya doğdu. Ve biz mest olduk. Artık benim ne düşünecek, ne yazacak, hatta ne yaşayacak takaatim kalmıştı. Bizim dilimiz tutulmuştu, ordu bizzat yazıyordu"
Ordularımızın destanlar yazdığı bu tarihî ve çok ama çok büyük bir Zâfer olan bu müstesnâ övünç günümüzde; Diyânet Cuma hutbesinde; zaferimizin ve Atatürk'ün adını anmakta özellikle kaçındı. Yargılanırken benim de tasvip etmediğim bir şekilde vefât eden Mursi'ye "gıyâb-ı cenâze namazı" kıldıran, rahmet okuyan, daha kimlere kimlere hatimler indiren, Fâtihalar gönderen Diyânet; devletimizin ve kendi kurucusu Atatürk'ün adını böylesi tarihî bir günde anmaktan neden ve niçin es geçtiğini ve bu tavrını hep sürdürdüğünü bu millete izâh etmede ahlâkî ve yasal sorumluluğundan aslâ kaçamaz.
30 Ağustos Zâfer Bayramı'nın detâyinden bahsedilmeyen ve 30 Ağustos adının sâdece bir sözcükle geçiştiridiği ve Türk milleti vurgusunun yapılmadığı, ayetlerin ve hadislerin haricinde; muğlâk ve soyut kavramlar örülü, kahramanları olmayan ve sıradan savma masalımsı bir hutbe dinlemiş olduk ve üzüldük. Atatürk ve Türk adları Diyânet'i neden rahatsız eder; kurum olarak bir açıklayıverseler de bizler de rahatlasak.
"Bilinmelidir ki, bir memleketi işgal etmek, o memleketin sahiplerine hükmetmek için yeterli değildir" sözleri ile tarihe altın harflerle not düşüren yegâne Başkomutanınız ve devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere; bütün silâh arkadaşlarına ve tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum. Diyânet yok dese de hâtıraları önünde saygı ile eğiliyorum.
Camide bizzat dinlediğim ve internetten indirmek zorunda kaldığım Cuma hutbesini paylaşmak ihtiyacı duydum ve hissettim. Allâh aşkına bir bakın hutbede bir sözcüğün dışında 30 Ağustos, Atatürk ve silâh arkadaşlarının, Türk veya Türk milleti adları var mı? İnsan Alâh'tan utanır be ! Diyânet sormak lâzım: Bu ayrıştırıcı ve kastı da aşan ve ahlâkì olmayan aymazlığınızla mıllî bütünleşmeye ve dayanışmaya nasıl hizmet edebilirsiniz? İşte sanki "Bir varmış, bir yokmuş" misâli döşemesi yapılan yer-zaman ve kahramanları olmayan masal diyârında geçmişçesine (Ayet ve hadisleri tenzih ediyorum) bir anlatımla okunan hutbe...
VATAN BİZE EMANETTİR
Okuduğum ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur; eğer sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler.” Okuduğum hadis-i şerifte ise Resûl-i Ekrem “Hangi amel daha hayırlıdır!” sorusuna şöyle cevap vermiştir: “Allah’a inanıp O’nun yolunda cihad etmek.”
Üzerinde yaşadığımız vatan bizim için bir toprak parçasından çok daha fazla anlam ifade eder. Vatan, hür yaşadığımız ve hür yaşamak için her türlü hayâsızca akına göğsümüzü siper ettiğimiz yerdir. Bütün dünyalar verilse dahi bir karışından bile vazgeçemeyeceğimiz cennet yurdumuzdur. Vatan, uğruna canını, cananını, bütün varını feda edip şehadet şerbeti içenlerin, varlığından vazgeçip gazi olanların bize miras bıraktığı mukaddes bir emanettir.
Bizler, vatan müdafaasını sadece bir toprak parçasını korumaktan ibaret görmeyiz. Bu toprakları vatan yapan yüce değerlerimizi muhafaza etmek için her türlü gayreti gösteririz. Bu vatanda yaşayan her ferdin canını, dinini, malını, neslini, şeref ve haysiyetini koruruz. Din, dil ve ırk ayrımı yapmaksızın mazlumların ve mağdurların yanında yer alır; bize bel bağlayanların ümitlerini boşa çıkarmayız. İstiklal ve istikbalimizin sembolü olan şanlı bayrağımızın gönderden inmemesi için mücadele ederiz. Şehadetleri dinin temeli olan ezanlarımızın dinmemesi için her türlü fedakârlığı göğüsleriz.
Vatanı sevmek ve korumak her Müslüman için kutsal bir vazifedir. Düşman karşısında psikolojik, teknolojik ve ekonomik her türlü savaşa hazırlıklı olmak dinimizin emridir. Nitekim Cenâb-ı Hak bu hususta şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Sabredin; düşman karşısında sebat gösterin; cihad için hazırlıklı ve uyanık olun ve Allah'tan korkun ki başarıya erişebilesiniz.” Peygamber Efendimiz (s.a.s) ise hak ve hakikat yolundaki bu kutsal mücadele hakkında şöyle buyurur: “Ellerinizle, dillerinizle ve mallarınızla cihad edin.”
İçinde bulunduğumuz ay, ecdadımızın vatanını ve mukaddesatını koruma uğruna eşsiz kahramanlıklar gösterdiği nadide bir aydır. Şanlı ecdadımız, iman dolu göğsüyle, cesaret ve kararlılığıyla nice Ağustos ayına damga vuran eşsiz zaferler kazanmıştır. Malazgirt’ten Kosova’ya, Mohaç’tan Büyük Taarruz’a kadar kazanılan zaferler bunun en büyük şahididir.
Bu zaferler bize göstermiştir ki, Allah’ın yardımı daima müminlerle beraberdir. İnananlar “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” diye niyazda bulunduklarında, Yüce Rabbimiz, “Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” müjdesiyle müminleri daima desteklemiştir.
Yurdumuzun üstünde tüten en son ocak sönmeden vatanımıza namahrem eli asla değmeyecektir. Birlik ve beraberliğini her türlü menfaatin üstünde tutan, cesaret ve azimle çalışan aziz milletimiz, hiçbir zilletin boyunduruğu altına girmeyecektir. Kardeşliğimizi, muhabbetimizi ve dirliğimizi bozmak isteyenler dün olduğu gibi bugün de kaybetmeye mahkûmdur. Zira Hakk’ın yanında yer alanlar, adalet ve samimiyetle çalışanlar muhakkak zafere ulaşacaktır. Batılın destekçisi olanlar, zulmün, korkaklığın ve karanlığın pençesine düşenler ise bir gün mutlaka yok olacaktır. Nitekim Kur’an’ın beyanıyla “Hak geldi, bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.”
Geçmişten geleceğe onurlu yürüyüşünü sürdüren aziz milletimizin varlığı bu dünya için umuttur. Zalimlere karşı ayakta durmamız, mazlumlara kol kanat germemiz ancak vatanımızı, milletimizi ve mukaddes değerlerimizi topyekûn savunmakla, madden ve manen güçlü olmakla mümkündür.
O halde genciyle yaşlısıyla ecdadımızı örnek alıp aynı imanı, aynı gayeyi, aynı azmi, aynı sadakat ve teslimiyeti bizler de kuşanalım. Ülkemizi baskı altına almak, birlik ve beraberliğimizi bozmak, fitne ve fesatla bu aziz vatanı karıştırmak isteyenlere fırsat vermeyelim. Doğruluktan, iyilikten, hak ve hakikatten asla ayrılmayalım.
Hutbemi bitirirken, tarih boyunca İslam’ın bayraktarlığını yapan, bu cennet vatanı bizlere emanet eden aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi bir kere daha rahmet, minnet ve şükranla yâd ediyoruz.