“Sebebi-i kesb-i şeref zâtda ehliyettir,
Yoksa değmez velede irsle ehliyet-i eb
“İnsan ehliyetiyle şeref kazanır, zira babadan, atadan irsiyetle gelen ehliyet evlada intikal etmez.”
Bu mısralarının sahibi Erzurum Valisi Esat Muhlis Paşa’nın oğlu hürriyet aşığı Sadullah Paşa’dan bahsedeceğim. Ayaş doğumlu olan Vali Esat Muhlis Paşa adı Erzurum’da Erzurum Kalesi ve Saat Kulesi arasında şehre hâkim yüksek bir tepe üzerinde yer alan, kırmızı kesme taş kullanılarak yapılmış minaresi olan Esat Paşa Camisi’yle bilinmektedir. Vali Esat Muhlis Paşa’nın “Divançe-i Esat Paşa” adlı bir eseri de vardır.
Eserinin bir beytinde Vali Esat Muhlis Paşa okuyucudan dua ister:
“Es’adâ hüsn-i edeble kıl ziyâretle duâ
Evliya’nın dâimidir feyz-i rûhaniyyeti
Afv ü mağfur eyleye züvvârını Rabb-ı Gafûr
Enbiyâ ve evliyâ ve etkiyası hürmeti.”
18 Kasım 1839 tarihinde Erzurum’da doğan Sadullah Paşa özel hocalardan Arapça, Fars’a, Fıkıh, Akaid, Tabiiyye, Kimya ve Fransızca dersleri alır. Sadullah Paşa babası gibi şairdir. Devletin çeşitli bürokrasi ve diplomasi makamlarında memuriyet görevlerinde bulunur. Ayastefanos Antlaşması ile Berlin Kongresi’ne ikinci murahhas/delege olarak katılır.
1878’de imzalanan Berlin Kongresi’nde Osmanlı, Balkanlarda büyük toprak kaybetti. Doğu Anadolu’da da “Elviye-i selâse” yani üç liva (sancak) olarak adlandırılan Kars, Ardahan ve Batum Ruslara bırakıldı. Dahası Doğu Anadolu’da yoğun bir şekilde yaşayan Ermenilerin, Kürt ve Çerkezlerin yağma ve saldırılarına karşı koruma yükümlülüğü de kabul edildi.
Kaderin cilvesine bakın ki Osmanlı’da “millet-i sadıka” ya da “tebay-ı sadıka” diye adlandırılan Ermeniler, Türkler tarafından korunması garantisi verilmesine rağmen, Sultan II. Abdülhamid’e 21 Temmuz 1905 Cuma günü saatli bomba ile suikast hazırlamışlardı. Suikastçılar Sultan’ın Yıldız Camii’nden Cuma Namazı çıkışı saatli bombayı harekete geçirmişlerdi. Fakat bir tesadüf neticesi, Sultan II. Abdülhamid namaz sonrası Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile ayaküstü bir müddet sohbet ettiği için gecikmişti. Bomba dışarda müthiş bir gürültü ile patlatılmıştı. Padişah suikasttan kurtuldu ancak bu arada arabanın yakınında bulunan çok sayıda insan ölmüş ve yaralanmıştı. Yine 27 Nisan 1909’da meclisin aldığı II. Abdülhamid’in tahtan indirilmesi ve Selanik’e sürgün edilmesi karar metnini okuyan beş kişiden birisi, Ermeni Ayan (senato) üyesi Aram Efendi’ydi.
Sadullah Paşa Berlin Kongresi’nden sonra:
“Ey sevgili vatan, kerem et, gel hitabete;
Bu düştüğün felaketi nakl eyle millete” diye yürek yanıklığıyla ifade eder.
Daha sonra Paşa, Viyana Büyükelçiliğine atandı. Sultan II. Abdülhamid, büyükelçi atadıklarının eşlerini İstanbul’da tutarak, elçilerin kendisine karşı siyasi faaliyetlerde bulunmamalarını sağlıyordu.
Sadullah Paşa da ailesinden ve vatandan ayrı olmanın verdiği hasretle şu Farsça dörtlüğü yazar:
Der gurbet merg resed ber beden-i mâ
Âyâ ki kened kabr ki dûzed kefen-i mâ
Tabut-i merâ cây-ı bülend biguzârid
Tâ bâd bered bûy-i merâez vatan-i mâ.
“Eğer gurbette ölüm bana ulaşırsa, kefenimin içinde bulunduğu kabrimi acaba kim kazar?
Tabutumu yüksek bir yere koyunuz ki, rüzgâr vatanımın kokusunu bana ulaştırsın.”
Sadullah Paşa yurda dönmek için birçok kez girişimde bulunmuş ancak olumlu cevap alamamıştı. Sultan II. Abdülhamid bu isteğe karşılık vermez “sağır sultan” kesilir.
Sadullah Paşa Viyana’da intihar ya da şaibeli şekilde 1891 yılında vefat eder.
II. Abdülhamid, Sadullah Paşa’nın ölüm olayı üzerine tahkikat başlatılmasına, na’şının yurda getirilmesine ve Mahmut Han Türbesi’nin bahçesine gömülmesine müsaade eder. Sadullah Paşa’ya yapılan bu son görev takdire şayandır. Ancak şunu da biliyor ve çevremizde görüyoruz ki insanların sağlığında sesini duymayan, acı ve ıstıraplarını hissetmeyenlerin, öldükten sonra son görevlerini yapma çabası içerisinde olmalarının çok da bir anlamı yok. Sadullah Paşa da yapılan muameleye çok önceden cevap vermiş gibidir:
“Eski Bağdâd gibi gönlümü vîran itdin,
Neyleyim yaptığını ba’de- harâbi’l Basra.”
Ebuzziya Tevfik Sadullah Paşa’yı, Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal’le birlikte yeni edebiyatın kurucuları arasında sayar. Bu nedenle Tanzimat devri devlet adamı ve şairdir.
Tanzimat fermanıyla: Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, insan onuruna saygı ilkesi, kişi dokunulmazlığı gibi temel haklar ve ilkeler kabul edildiği gibi, vergilendirmeden askerliğe ilişkin birtakım temel ilkeler de kabul edilmişti.
Namık Kemal gibi o da “hürriyet” şairidir. Sadullah Paşa’ya göre “Fransız İhtilali sonrası Fransız milleti hürriyet sayesinde en faal ve en zengin millet olmuştur. Prusya'nın Avusturya karşısındaki zaferi «iğneli tüfekten daha ziyade ahalisine verdiği serbestlik sayesindedir.”
Montesquieu (1689-1755) de bu anlayıştadır: “Öteki milletler politik yararlarını ticari yararlarından önde tutmuşlardır. İngilizler ise ticari yararlarını politik yararlardan önde tutmuştur. İngiliz milleti yeryüzünde şu üç şeyden aynı zamanda en çok gurur duymayı bilen tek millettir. DİN, TİCARET ve HÜRRİYET.”
Yine Sadullah Paşa Osmanlı’da hürriyet adına yapılan kanunlarla maddi ve manevi bakımdan daha hızlı gelişeceğini ifade eder: "Ben derim ki, bir memleketin binaların yüksekliği, gösterişi memleketteki hürriyetin ve istibdadın/zorbalığın delilidir. Mesela Avrupa'da büyük büyük binalar görürsünüz. Bunların ne olduğunu sorduğumuz zaman, millet meclisi, milIet bankası, millet tiyatrosu olduğunu anlardınız. Bizim memlekette ise, büyük binaların ya daire-i hükümet veyahut bir haşmetli saray olduğunu görürsünüz. Demek ki Avrupa'da hâkimiyet millete bulunuyor; milletimiz ise, şimdiye kadar hükümetin tahakkümü altında duruyor. Lakin Hakk’ın yardımıyla bundan sonra Osmanlılar dahi kanun-i hürriyete tabi bulunan memleketlerinde nice asar-ı terakki vücuda getireceklerdir.”
Yine Sadullah Paşa’ya göre:
“Hürriyet her türlü gelişmenin kaynağıdır.
Hürriyet olmazsa bu gelişmeler olmaz.
Hür olmayan insanın gelişme ihtimali yoktur.
Beşeri gelişmeler hürriyetin eseridir.
Saadet, hürriyetin sayesinde elde edilir.
Hürriyet olmayınca emniyet olmaz,
Emniyet olmayınca çalışma, üretme olmaz,
Çalışma, üretme olmayınca servet olmaz,
Servet olmayınca saadet olmaz.”
Hatta köylünün yitilip kakıldığı ve horlandığı zamanlara Sadullah Paşa ferdi hürriyet şuurunu taşıyan köylüler hakkında şu tespiti yapmıştır:
Köylü köylü diye etme hande/gülüş;
Onun âzâdeliği/hürlüğü yok sende;
Ne velî Amr’e, ne Zeyd’e bende/kul, köle
Kalbi şen, kalıbı gayet zinde;
Keşki bir köylü olaydım ben de;
İki yüzyıla yakın bunca “hürriyet” şarkılarına rağmen medeniyetimizde zihniyet olarak ne değişti dersiniz?
Montesquieu Kanunların Ruhu adlı eserinde, “Hür bir milletin kurtarıcısı olabilir. Köle bir milletin ise bir başka efendisi çıkar ortaya” der.
Not: Daha geniş bilgi için Ali Akyıldız, Sürgün Sefir Sadullah Paşa, Türkiye İş Bankası yayınları, 2011. İstanbul. İbrahim Şirin, Sadullah Paşa’nın 19 Asır Manzumesi Bağlamında Osmanlı’da Bilginin Toplumsal Tarihine Bir Bakış. Sosyoloji Dergisi 3. Dizi.15.yıaYl, 2007/2, 41-56. Zübeyir Saltuklu, Medeniyetimizde Hürriyet/Özgürlük Anlayışı, Erzurum Türk Ocağı, 14 Kasım 2015. Yayınlanmamış makale. Vahdettin Engin, Sultan II. Abdülhamid'e Düzenlenen Ermeni Suikastı ve Bu Sebeple Belçika ile Yaşanan Diplomatik Kriz, Türk Tarih Kurumu, Ağustos 1995, Cilt 59 - Sayı 225, Sayfalar: 413-428.