Karar Gazetesi 01.05.2020 tarihinde; “Sudan'ın geçici hükümeti, -kadınların üreme organlarının üst kısmında bulunan klitorisin bir kısmının kesilmesi uygulaması demek olan- ‘kadın sünneti’ yapanların 3 yıl hapis ve para cezası almasını öngören Ceza Kanunu'nun 141. maddesinde yapılan değişikliği onayladı .” haberini duyurdu.
Umarım bu uygulama ve geleneğe başkaldırı bize gösteriyor ki; Kara Afrika nasıl son yüz yılda sömürgeci Batı ülkelerine karşı bağımsızlığını kazandıysa, şimdi de sıra zihni özgürlüklerini kazanmalarına geldiğinin müjdesidir.
Bu Afrika’nın özellikle de Mısır’ın zihni palangalardan kurtuluşunun baharı olabilir.
İmam Hatip Lisesi’nde okurken öğretmenlerimizden birisi Mısır’da Müslümanlar arasında “kadın sünneti” uygulaması var demişti. Sonra İlahiyat Fakültesi’nde de “kadın sünnetini” duymuştum.
Türkler Müslüman olduğu halde neden bizde bu uygulama yok diye de düşünmemiştim.
Bunun İslam’ın bulduğu güzel bir uygulama diye düşünmüştüm. Çünkü erkeklerin sünneti dini bir gerekçeyle yapılıyorsa, kızların ki niye olmasın diye kendi kendime çıkarım yapmıştım. Bir konunun başına İslam’a göre budur ya da böyledir dendi mi akan sular dururdu.
Öğretmenlerimin büyük çoğunluğu her hangi bir konuda bilgileri sorgulayıcı, eleştirici ve kaynaklara giderek bilgi öğrenmeyi değil, ön kabul ve sorgusuz öğrenme yöntemini benimsedikleri için “kadın sünneti” neden İslamiyet’in bir konusu olmuştur diye bir soru sorma cesaretini kendimde bulamamıştım. Sorulardan daha çok cevaplar vardı. Araştırmaya gerek yoktu. Geçmiş âlimler her şeyi düşünmüş ve yazmışlardı. Hem sonra biz, kim oluyoruz da fikir yürütüyoruz. Hala ilkokuldan üniversiteye kadar hemen her eğitim kademesinde çoğunlukla; Sus! Dinle! Sen ne bilirsin!..... yöntemi devam etmektedir. Bu yöntem eğitimde uygulandığı için İslam dünyasının her bakımdan durumu ortadadır.
Gelin hep beraber vakit geçirmeden benim soramadığım gecikmiş bir soruyu şimdi hep beraber soralım: “Kadın sünneti” İslami bir konu mudur?
Lütfen susmayalım, konuşalım, araştıralım, biz de çok şey biliyoruz diyelim. Bu konuda ansiklopediler, dinler tarihi, antropoloji, hukuk ve tıp araştırmaları kitapları bize bilgi vermektedir.
Peki, bu uygulama nereden çıkmıştır?
" Afrika gelenekleri" kaynaklı ve Eski Mısır’da çıkmıştır. “Kadın sünneti” âdetine “Firavun sünneti” denmektedir.
Michel Foucault ’a göre bugün olduğu gibi dün de tarihte delilik, hastalık, suç, cinsellik vb. kavramlar iktidar kurumları tarafından insanı biçimlendirmek için kullanılırdı. Devletin insan vücudu üzerinde tasarruf hakları vardı. Bu nedenle iktidar aygıtları güçlerini fiziksel alanda kullanırlardı. Birey de toplumda uyulması gereken kuralların dışına atılmaktan, cinsel yönden kendisine biçilen rollerin dışında kalmaktan korkardı. Modern iktidar aygıtları ise anlayışlarını değiştirerek fiziksel alandan zihinsel ve psikolojik alana tasarruf haklarını taşımışlardır.
İktidar aygıtları tarafından “Kadın sünneti” gibi fiziksel uygulamaları yapılıyordu. Tarihte bazı bölgelerdeki dini liderler tarafından insanların bu işleme mahkûm edildiği bilinmektedir. Dini bir gerekçe ile bu âdeti yapmak, iktidarı elinde bulunduranların işini daha kolaylaştırmaktadır.
Yahudilerin soyunu belli etmek için erkeklerin sünneti Tevrat’ta, Hz. İsa Yahudi soylu olduğu için İncil’de sünnet ettirildiği bildirilmektedir. Ancak sünneti dini bir gerekçeye dayandırılmaması ve yapılmaması gerektiğini ileri süren anlayış Hristiyan ilahiyatında anlatılmaktadır.
Kur’an ise “sünnet” konusunda sessizliğini sürdürmektedir. Çünkü ay be gün gibi ortada olan şu gerçeğin üzeri nasıl örtülebilir: “kadın sünneti” uygulamaları dini bir gerekçeden dolayı değil, daha çok kadının cinselliğini kontrol altına alma çabası nedeniyle yapılmaktadır.
Bunun yanında Firavun ’un ve tüm diğer imparatorluk saraylarında erkeklere uygulanan “Hadımlık” geleneği, kölelerin, cariyelerin ve tapınak fahişelerinin kısırlaştırılması, doğuştan sünnet derisinin yapışıklığında yapılan işlemler de insan bedenine dini, tıbbi ve siyasi gerekçelere dayandırarak istenmeden yapılan tasarruflardı.
Geçmişte Sami, İbrani, Arap, Modal, Amori, Mısır, Asur, Babil, Kenan ve Filistinlilerde “sünnet” uygulanmıştır.
Bugün de dünyada; Mısır, Etiyopya, Somali, Kenya, Nijerya, Sudan, Malezya, Endonezya, Yemen, Kuzey Irak, İran, Suriye, Singapur, Hindistan, Burkina Faso, Brezilya, Meksika ve Peru gibi ülkelerde farklı dinlere mensup insanlar tarafından yerel bir gelenek olarak 31 ülkede kabile dinlerine, Yahudi, Hristiyan ve İslam’a mensup topluluklarda 200 milyon kadın sünnet ettirilmektedir.
“Kadın sünneti” uygulamasının sağlık açısından bilinen hiçbir yararı olmadığı gibi uygulamanın neden olduğu sağlık açısından; tekrarlayan enfeksiyonlar, idrara çıkmada ve âdet akıntısında zorluk, kronik ağrı, kist oluşumu, hâmile kalamama, çocuk doğumu sırasında karşılaşılan komplikasyonlar ve ölüme sebebiyet veren kanamalar gibi karşılaşılan sorunlardan bazılarına neden olmaktadır. Bundan ötürü Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Teşkilatı, Uluslararası Af Örgütü ve çeşitli dünya devletleri, "genital sakatlama" olarak adlandırdıkları klitoris kesimini, kadının kendisi ve doğacak çocuklarının sağlığı açısından son derece sakıncalı görmekte ve uygulamayı sona erdirmeye çalışmaktadırlar.
Arabistan’da cahiliye Araplarında bu örf vardı. Bu âdeti bazı İslam toplumlarına bugün İslami bir anlayışmış gibi uygulanmaktadır. Afrika’da din ayrımı yapılmadan kabilelerde, Mısır Kıpti Hristiyanlarında da uygulama yaygındı.
Bu adet İslami bir uygulama olmadığı gibi onun ihdas ettiği dini bir yükümlülük de değildir. Ne Kuran’da ne Hz. Peygamberin uygulamalarında “kadın sünneti” uygulamalarını açık, seçik ve sahih olarak destekleyen dini bir gerekçe yoktur. Hanefiler göre “kadın sünneti” ne sünnet, ne de vaciptir. Örfi bir uygulamadır. Erkeklerin sünnet ettirilmesi de Kuran’a dayalı dini bir uygulama olmadığı için Hanefi mezhebinde fıkhi hükmü; farz, vacip değil, “sünnet” tir. (Diyanet Ansiklopedisi Sünnet maddesi).
Bu anlayışladır ki, İslam öncesi ve İslam sonrası Türk topluluklarında bu âdetin yaşatılmasına fırsat verilmemiştir. Ancak, cahiliye âdeti olduğu unutularak, bu âdete dini bir kılıf uydurularak Kuzey Irak aşiretlerinden ilham alarak ülkemizin Güney illerinden bazılarında da az da olsa yapılan uygulamaların varlığından da üzüntü duymaktayız.
Biliyoruz ki bugün birçok cahiliye adetleri İslami bir kılıfla ve dini renge büründürülerek ülkemizde yaşatılmaktadır. Milli şairimiz Mehmet Akif aklının erdiği, sesinin çıktığı, dilinin döndüğü kadar bu uygulamalara karşı feryadını SAFAHATIN’DA kalemiyle ortaya koymuştur.
İlahiyat ve felsefe cephesinde görev yapan bir bilim emektarı olarak bu konuyu yazarken akıl tutulması içerisindeyim, utancımdan yüzüm kızarıyor. “Kadın sünnetine” İslami bir gerekçe uydurarak İslami olduğunu söyleyenlere ne diyebilirim!
“Ey İslam toplumları; elinizi tutan mı var!”
Yüce Allah’ın halis ve arı dinine inananlar, ne zaman bu cahiliye adetlerinden yakasını kurtaracak! Sanırım bu zihniyetle işimiz çok zor, kurtaramayacağız.
Çok şükür ki; Anayasamızın 17. Maddesinde açıkça bu uygulamaya karşı bir maddede yer almaktadır: “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”
Umarım Anayasamızda bu madde olmasına rağmen, dünyada korona virüs bahane edilerek ve tekrar başa dönülerek iktidar aygıtları tarafından bedenlerimize hükmolunacağı günleri yaşamayız.
Başta tıp araştırmalarına göre insan sağlığına baştan aşağı zararlı olan bu geleneğe, tıp fakültelerimizdeki kadın tıp bilim insanları ve İlahiyat fakültelerindeki kadın ilahiyat bilim insanları bilimsel çalışmalarla seslerini yükseltmelidirler.
Korona virüs bize tıbbın sesine kulak vermemiz gerektiğini evlerimize bağlayarak daha yakinen öğrettiği gibi “kadın sünneti” konusunda da kulak vermemiz gerektiğini öğretmelidir.