• ŞEpnolat üst

KÖYLERİMİZİN HALİ PÜR MELALİ!

  • Büyükşehir-1

Bu yazıyı yazmama neden DADA mahlaslı şair ve tıp bilim insanımız yaşanmış köy hayatını resmeden şiir gönderdi. Çok duygulandım. Duygulanmama neden bizim kuşağın çileli bir o kadar da tatlı hayat hikâyesini gelecek kuşaklara aktarıyordu.  Şiirin başka bir yerde yayınlanıp yayınlanmadığını sorduğumda, yayınlanmadığını ifade etti.

 

-Şiirinizi köşemde yayınlaya bilir miyim dediğimde.

 

-Çok memnun olurum, dedi.  

 

Şiirinin köşemde yayınlanmasına müsaadesinden dolayı sizler adına kendisine teşekkür ederim.

 

Konumuzun daha iyi anlaşılması için tarih sırasına göre köylünün devlete bakışını kendi ağızlarından araya girmeden vermek istedim. İstedim ki, genç kuşaklar köylümüzün devletle, hükümetlerle olan ilişkisinde nereden nereye gelindiğini daha iyi anlasınlar.    

 

Yıl 1910, Ankara’ya bağlı sancak olan Kayseri’den bir köylü, Mutasarrıf Muammer Bey’e bir mektup yazar. -Mutasarrıflık, valinin bir altı, kaymakamın bir üst makamı olan unvandı. - Mektup Erciyes Gazetesi’nde yayınlanır.  Mektupta şöyle denmektedir:

 

“…O büyük paşa köylerimize geldiğinde güler yüzü, tatlı sözü ile hep ihtiyarların, gençlerin, çocukların ayrı ayrı hallerini sorar…İşte bu ana kadar paşa yüzü görmeyen, mektep yüzü görmeyen köylerimiz…Ayağı çarıklı bir köylü, Mutasarrıfın huzuruna pervasızca girerek halini arz ediyor ve hatta uzun uzadıya derdini anlatıyor.”

 

30 Haziran 1926 İkdam Gazetesinde Ahmet Cevdet “Köylüleri Dinleyiniz”  başlıklı yazısında Pazarköy ile Düzköy ihtiyar heyetince gönderilmiş bir mektupta da:

 

“Her birimiz kırkar altmışar yaşlardayız. Şimdiye kadar nahiyemizin hiçbir tarafına vali, müfettiş, gazeteci geldiğini görmedik ve dedelerimizden duymadık!”

 

Milli hatip Hamdullah Suphi ( Tanrıöver) Türk Yurdu’nun 1928 Şubat sayısında “Köycülük”  başlıklı yazısında da bugün de hepimizin başını ellerinin arasına alıp, vicdanımızı da ötelemeden derin düşünmemizi salık veren şu alıntıyı yayınlar:  

            

“Köylüye sordum:

            

Hükûmetin Ankara’ya gelmesinden memnun musun? Evet, dedi.  

-         Niçin?

-         Eşeğin sırtına ne koyarsam, tavuk, bulgur yahut çalı, Ankara’ya gidince hepsi para oluyor.

-         Tekrar sordum:

-         Yalnız bunun için mi memnunsun?

Bir şey demedi. Ben iyi anlatmak istedim:

-         Bugünkü hükûmet vergi memuru, jandarması, mahkemesi ve diğer adamlarıyla senin için eskisinden daha iyi mi? Daha kötü müdür?

Köylü bana din kitaplarına mahsusu bir veciz lisanla şu cevabı verdi:

 - Abdülhamid zamanında bize paşalar “Ver!” dediler verdik, “Öl !” dediler, öldük. Onlar gitti, yerine başka paşalar geldi, onlar da bize “Ver! “ dediler, verdik, “Öl!” dediler öldük. Bunlar da gitti, yerine siz geldiniz. Siz de “Ver!” dediniz verdik, “Öl !” dediniz, öldük. Şimdi merakla bekliyoruz. Bize ne zaman “Al!” diyeceksiniz.”

Şairimiz dizeleriyle bizlere ülkenin çok daha derin bir gerçeğini ortaya koymaktadır.

NE GÖREN, NE DUYAN, NE DE BİLEN YOK!

 Köyde şimdi biçin biçme mevsimi….

Bacaların otlarını biçen var mı? Gören yok…!

Orak, çekiç, örs yapılan dükkânda….

Çınlamalar hala var mı? Duyan yok!

 

Hazık Ağa hazırlamış tırpanının natını….

Kavak fidanından yapmış tırmık sapını….

Bilevi, yeğe ve masat takımı….

Torbasında hazır mıdır? Bilen yok!

 

Serdebe yolunda şafak atardı….

Gün doğmadan öğlen vakti çatardı….

Kurumuş ekmekler suya batardı….

Cacık için yoğurt, soğan hazır mıdır?  Bilen yok!

 

Kefelide salkım söğüt ve kavak,

Daperdeyse cevizlerin gölgesi….

İsli demliklerden titrek çay sesi…

Fokur fokur geliyor mu? Duyan yok!

 

Daperde hazır mı ekmeklik buğday…

Ekin kaldırırken parlıyor mu Ay,

Ben sandığı aldım, kemleri sen say….

Diyen bir ses mereklerden geliyor mu? Duyan yok!

 

Daha gün doğmadan tandır başında…

Hamur yoğururken yetmiş yaşında…

Olup, sevgisini ilk lavaşında…

Pişirerek bekleyene sunan var mı? Kokusunu alan yok!

 

Geliyor mu tandırdan güğümün sesi….

Var mı direklerde tandırın isi….

Al kepekli ekmeklere civil peyniri….

Sarmalayıp dürüm dürüm büken var mı? Gören yok!

 

Yaslı mıdır, sırtımızı verdiğimiz direkler…

Sıcak mıdır? Soğuk mudur? Tandırdaki güveçler

Ocağın başında kuru gevenler…

Tezekleri yakmak için hala var mı? Gören yok

 

Tarlada orak yok, tandırda duman….

Ne varsa eskide yok etti zaman…

İçinden ağlamak geldiği zaman…

Gözlerinden yaş akar mı? Gören yok!

 

Hayat bu… Her acının vardır tadı…

Ne gidenler geldi ne gelen kaldı….

Demek ki böyleymiş Hakkın muradı…

Mutlu, mutsuz kimdir? Asla bilen yok!

 

Mutfakta tuz, şeker, biber yan yana….

Gereğinde her birini kullanırsın her anda….

Gam çekmek yok, dünya denen şu üç günlük mekanda….

Gam ve keder aynı tatta, fark nerede? Bilen yok…!

 

Bu bilinmez yoldan her varlık geçer,

Kimi acı kimi tatlıyı seçer….

Bir ömür başlarken diğeri biter….

Felek çarkı böyle döner, niçin döner? Bilen yok…!

DADA

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.